4/29/2009

Bir hayal miydi ki haklarimiz? Yoksa cok mu kadindik?

Ortaokulda daha 15 yasimda, aklima ve dilime Uluslararasi Iliskiler bolumunu soktuktan sonra, universitede bu bolumu kazanip okumak benim icin en buyuk basirilardan birisiydi, en azindan universite hayatimin ilk senelerinde.

Derken, gittigim universite beni yonttu, bicti, dikti, Faruk Alpkaya'nin ilk derslerde bize kendimizi rencide edilmisiz gibi hissettiren, "Bir kibrit kutusundaki kibritler gibi geldiniz bu okula, ciktiginizda sansliysaniz kendine has sekli olan cakmaklar olacaksiniz." derken ne demek istedigini, bugun o zamanlara baktigimda cok iyi anliyorum. 
Aldigim egitim, beni dusunmedigim yerlere goturdu, oralarda yolumu kaybettirdi, buldurdu, kafami karistirdi, kendimle celistirdi ve o kadar cok icinden cikamadigim hallere dustum  ki, yine pek sevdigim bir hocamin tavsiyesiyle, Ingilterelerde kendimi Insan Haklari calisirken buldum. Aklimda farkli seyler vardi buraya gelirken, Ingilizlerin "Insan Haklari" lafini duyduklari anda bu kadar skeptik olacaklarini tahmin etmemistim ve kendi ulkemin vatandaslari ile konusurken, beni bir tek "dincilerin" ve "Kurtlerin" anlayacagini, bir donemin solcularinin bile bu kavrama dudak bukecegini aklima dahi getirmemistim. Ama kafama en cok dank eden, Insan Haklari dedigin anda insanlarla arana giren cinsiyet duvari oldu.
Ayhan Yalcinkaya'dan aldigimiz, "dakika bir, gol bir" toplumsal cinsiyet aydinlanmasi sonrasinda, benim belli bir sure aklimda, Uluslararasi Iliskiler ve Cinsiyet okumak gibi bir fikir vardi. Nedeni oldukca basit: Biz bugun siyaset, diplomasi, guvenlik gibi kavramlarin tumunu bir erkek soyleminden tartisiyoruz. Realist paradigmanin realist olmayan dilini kosulsuz kabullenmek gibi bir egilimimiz var. Oyle ki, benim canim ulkemde, solcusundan sagicisina herkes realist, herkes maskulen, herkes belden asagi, herkes cocuk gibi. Solcusundan sagcisina oturup dusunme geleneginden yoksunuz. Kavramlari tartismiyoruz hic bir meselede, duygusaliz fazlasiyla. Buna da devlet kurumuna saygi susu verip realizmden devsirme bir irrealizmle yasayip gidiyoruz.
Dun bir arkadasla Kurt meselesini, benim uzun sure gormezden geldigim satasmalarina nihayet dayanamamam sonucunda tartisirken, hak ve adaletten bahsedip, bu insanlarin tarihine atifta bulunup anlatirken, "Ama siz cok Insan Haklari okumussunuz, cok duygusallasmissiz!" demesi, benim bittigim, ademogullarina saygimi yitirdigim noktadir. Bunu Mulkiye gibi bir okulun Kamu Yonetimi ve Siyaset Bilimi gibi insani en cok yontan, gelistiren farkli konularda dusunduren bolumden mezun olmus bir kisinin agzindan duymak ise inancimin en cok tukendigi noktadir.
Insan Haklari ile Siyaset Bilimi arasindaki bu cinsiyet duvari nereden gelmektedir? Belki henuz yediremedigimiz cinsiyetci, sozde modern ozde geleneksel erillikten. Belki de devlet dedigimiz kavrami bir halk olarak pek anlayamamis olusumuzdan.
Devlet teorilerine baktigimizda, Hobbes'un Leviathan kavrami, benim icin devleti anlamak icin yeterli bir kavram degil. Bireyle devlet arasindaki iktidar iliskisini, toplumsal sozlesmeye baglamanin dogruluguna da tamamen inanmiyorum. Lakin, benim icin devlet, kendisini Leviathanlastirma egilimine fazlasiyla sahip bir olgu. Birey-devlet iliskilerinde belli kontrol/guvenlik mekanizmalari koymadin mi, bir anda bireye karsi bir hale donusup tum gucu kendinde hissedebilecek kadar yoldan cikabilecek bir kurum. Bunun sadece, modern/kapitalist devlet modellerini aciklamak icin yeterli olabilecegini de dusunmuyorum. Tarihler boyunca devlet olarak addedilebilecek kurumlar Leviathanlasabilme egilimi gostermisler ve bunu becermislerdir de. Tarihte benim gozumde degisen tek sey, bireylerin bu devlet unsuruna karsi koydugu tepkidir.
Benim icin bireylerin tarihi, kabullenmeden hak talebine giden bir tarihtir.
Lakin benim guzel ulkemde, hak dedin mi, bir duracaksin, sagina soluna bakacaksin.
Benim ulkemde "hak", son 20-30 senedir, komprador bir kavram, ulkeyi icten bolme talebi, kendini bilmezlik, deyyusluk. 
Ben bugun kadin ya da cok duygusal oldugum icin Insan Haklari calismiyorum. Ben, kendisine bir birey olarak saygisi olan bir kisinin, Turkiye gibi bir ulkede hak kavramini agzina almadan yasamasini, omurilikten verilen bir tepki olarak goruyorum. Insanlarin yarattigi bir kurumun, insani degerlerden daha ustte tutulmasina da inanmiyorum. Devlet iktidarinin mutlakligina da inanmiyorum. Realizme gelince, realizmin cizdigi sinirlar, militer uslup ve ali politika/adi politika gibi ayrimlarla ve onlarin ifade ettigi devlet kavramiyla, (teorik anlamda degil) "realizme" teget bile gecmiyorsun. Aslinda, realizmin insanin yarattigi bir hayal dunyasinda, ona sizofren bir hayat kurdugunu dusunuyorum devlet soylemiyle. Realist devlet ve siyaset soylemini bu anlamda gun gectikce, daha da tahammul edilemez ve eril buluyorum. Dogru.
Fakat su eril/disil hadisesini de aciklamali. Eril deyince erkekten bahsetmiyorum, yani eril deyince yeryuzundeki tum erkeklerin genetik kodlari ile ilgili bir saptama da yapmiyorum. Benim icim eril kavrami, tarihteki deneyimlerle erkeklerle ozdeslesmis bir kavram. Savasci olmak, idin fazla on planda olmasi, iktidarla ozdeslesmesi ve bu nedenle statukocu olmasi tarihsel ve kulturel deneyimlerimizin bir sonucu. Yoksa bir erkekten daha beter eril dusunce yapisina sahip nice kadin var dunyada. Disil deyince de, ayni sey gecerli. Daha sakin olmak, alttan almak, fakat sorgulamak, degistirmek, karsi cikmak da kadinlarin tarihteki deneyimleri ile ilgili. Ebelerin, tanrinin cennetten kovulmadan once disilere koydugu dogumsancisi lanetini azalttiklari icin, cadi diye yakildigi su "eril" tarihte, ne zaman cinsiyetci hassasiyetlere sahip bilincli bir insan gorsem, onda disil bir yon oldugunu dusunurum. Bu bakimdan da, cinsiyetci farkindaliga gercekten sahip o kadar cok erkek gordum ki, pek cok kadinin eril kabullenislerinden utandirirlardi bizi.
Eril ve disil arasindaki iktidar mucadelesinin siyasi boyutunda, hak kavramina pek cok seyden daha cok sariliyorum ve inaniyorum. Kadin oldugum icin degil, duygusal oldugum icin hic degil. Insanin kendi tabularini yikmasi gerektigine inandigimdan, hayali kavramlarin hicbir topraga mutluluk getirmedigini bildigimden.
Deliligin tarihini, bir insanlik tarihine cevirmede, elimde baska hangi silahlar olabilir? Baska ne, bu kadar kan dokulerek cizdigimiz tarih resmini temizleyebilir?
Ben hayal istemiyorum, hayati istiyorum, insan gibi yasamayi. Ozgur ve esitce!
Kadinlik bu istegin neresinde?

Hiç yorum yok: