10/17/2008

Leave your ego at the door!

Ego dediğimiz şey, nasıl da bizim en önemli parçamız olmuş durumda, insan sakat kalmaya, hasta olmaya, en yakınlarını kaybetmeye bile alışıyor da, mesele egoyu bırakmaya geldi mi, yolundan dönüyor.
Ben lisans hocalarıma apayrı bir sevgi duyarım. Nedeni çok yüksek notlar almak, sürekli pohpohlanmak değildi, ki geldiğim kurum böyle gereksiz tavırlara yataklık etmezdi de. Derlerimize birinci sınıftan itibaren giren hocalar, düşündüklerini ilk günden itibaren söyleme konusundaki yetenekleri ile ünlüdür diyebilirim. Hatta idol olarak benimsediğim hocalar, açık açık "Akademide kibarlığın yeri yok." derler ve çok da doğru düşünürler. Çünkü insan ancak böyle kendisini daha çok düşünmeye, neden sonuç ilişkisi kurmaya ve yapılan iddiaların temellendirilmesi üzerine kafa yormaya zorlar. Çuvallamak, bir insanın hayatında edinebileceği en önemli deneyimdir.
Bir keresinde, yapacağım sunumun metnini attığım çok sevdiğim ve takdir ettiğim bir hoca, yazdığı mailde, dan diye, "Yeni bir şey söylememişsin, sıkıcı buldum." deyince yaşadığım anlık kızgınlık, aslında yapmak istediğim ve şu an olduğum yer arasındaki mesafeyi ve yenilecek tonlarca ekmeği göstermiştir bana. Egomun güçlü olması kadar, kontrollü olabilmesini çok sevmişimdir bu dönemde. "Kızmadan önce 10 saniye düşün, bu adam neden böyle bir şey söyledi." methodu gerçek bir ego egzersizidir. Tavsiye ederim. Çünkü sen, sadece varlığınla egonu birleştirip kendini zırhlarla çevrelememeye alışıyorsun. Bu yalnız varoluş halinden (üstelik bu halde, kendin bile beyninle, diğer organlarınla her şeyinle tam bir bütünlük halinde olmadığından parça pinçik, tekil bir haldesindir), kendini "ne olmak istediğine" karar verip genel kullanıma açıyorsun. Egoyu belki arada kapıda bırakıyorsun, ama dönüp baktığında kocaman güçlü bir "sen"le karşılaşıyorsun.
Şimdi bakıyorum da... Geçen sene, egolarımızı sivriltip durmuşuz. Üstelik kime? Kendimizle bir insanlara... Sürekli bir hırs, ihtiras, entrika psikolojisi... Aslında bu öyle kırılgan, uçlarda dolaşan bir psikolojidir ki, bir rüzgara tutulsa tepe taklak düşüp sulugözlülük eder. Çevresinde gereksiz bir "kibarlık" vardır. Eleştiriler eleştiri değildir, o nedenle çuvallasan bile bir sonuç çıkaramaz, sinir krizleri içinde kendine ve çevrendekilere daha da yabancılaşır, yalnızlaşır, uzaklaşırsın. Ego desen bıçaktan keskin olmuştur çoktan.
Şimdi burada, bu yabancı insanlarla dolu şehirde, kendimi yabancı hissetmiyorum. Geçen seneden kalma alışkanlıkla sivrilttiğim egoya karşı, Theoratical Foundations of Human Rights dersinde, hoca, "Dııt yanlış sonuç!" dediğinde 30 saniye sinir olduysam, geçen seneki ego kırıntılarından. Ama neyseki "Yanlış sonuçsa, o zaman daha dikkatli düşünmeliyim" çıkarımını yapamayacak kadar kör olmamışım. Hemen 4 seneyi hatırladım. İlk zamanlar sınıfın ortasında kıpkırmızı olduğumuzu, sonra hocalar bizi bozdukça daha da diklenebildiğimizi ve buna onların bayıldığını, tartışmaktan korkmadıklarını hatırladım.
Burada da öyle. Çünkü genel fikirler ve tek tek her bir sözcük, tartılıyor. Bir sorumluluk yükleniyor omuzlarınıza, ağzınızdan çıkacak her sözcük için. O nedenle, "Saçmalamaktan korkuyorum, o halde düşünüyorum" felsefesine geri dönüp, konuşmak için konuşmak kültürünü bırakıp tüm duyu organlarımı açıyorum.
Öyleyse varım.

Hiç yorum yok: