7/21/2008

Şehir ve Kadınlar: Modern Madam Bovary’ler ve Ötesi

Radikal 2'deki 22/06/2008 tarihli “Şehir ve ‘küçük kadınlar’ yazısına ve ardından gelen 29/06/2008 tarihli “Sex and the City’yi seven feminist” yazısını okuyunca birey olmak, kadın olmak, feminist olmak, toplumsal roller ve cinsiyet kavramları aklıma üşüştü. Dönüp dolaşıp geldiğim noktada, kendime sordum, kadın olmakla birey olmak arasındaki farkı.

İki yazıdaki tartışmanın ortak noktası olan Sex and the City dizisi, onca bölüm boyunca dört yakın arkadaşın, birey olmanın mücadelesini anlatmıyor muydu, esasında? Bahsi geçen yazılardan ikincisinde belirtilen, “Feminizmde savunulan “kadın”ın tek bir kadın değil; bircok farklı seyi savunan, birbirine benzemeyen, kendi hayatının farklı kosulları icinde kendine farklı cozumler ureten “farklı” kadınlar olduğunu kabul ederek, onların tercihi ve deneyimi farklı olsa da, ona saygı gostermeyi getirir.” tanıma baktığımızda, 21. yüzyılın dünyasında bir feminizm tanımı mı yapmış oluruz, yoksa bireylerden oluşan bir toplumun temel ilkesinden mi bahsederiz? Hatta “feminizm” yerine “çoğulculuk”, “kadınlar” yerine “bireyler” dediğimizde cümle hala yeterince anlamlı olmuyor mu? Benim için feminizmin üstlendiği rol farklı bireylerden oluşan eşitlikçi dünyadan ziyade, her tür cinsiyet arasındaki ilişkilerde, çoğulculuğa engel olabilecek, cinsiyet temelli önyargıları, şartlanmaları, düzenleri değiştirmek, dönüştürmek.

Eşitlik, saygı, duygusal tatminler, koca parası yemek/yememek düzeyinde baktığımızda dahi, Sex and the City karakterleri (ve aslında onlara çok benzeyen, kendim de dahil, pek çok kadın) birey olarak mücadele veriyor. Bu, hafife indirgenecek, kollektiflik içinde görmezden gelinecek bir mücadele değil. Bugün şehirde ve kırsalda yaşayan pek çok kadın çemberini genişletmek, çemberinin içinde istediği koşulları sağlamak uğruna, elbette çok değerli bir çaba içinde.

Fakat... Bu birey olma mücadelesi, kadınları başka tahakkümlerin gölgesine sürüklemiyor mu?

“Sosyolojiye Giriş” derslerinden kalma, kadının toplumsal üretimi sağlayan aktör olarak tanımlanması, klasik ve geleneksel evcil kadın imgesi ile örtüşüyormuş gibi gözükür, gerçekte ise bu kadının hem gücünün kaynağı, hem de neden bu kadar tahakküme maruz kaldığının açıklamasıdır. Biz, şehirli kadınlar, sadece başımızı kurtarma çabasındayız. Toplumu dönüştürmek değil, gündelik dertler ve bunları hafifletici yöntemler hayatımızın odak noktasıdır; bunun sonucunda da varolan düzenden yakınan, iş konuşmaya gelince mangalda kül bırakmayan biz kadınlar, bizi kuşatan dünyanın içinde aktif bireyler olarak yaşayıp gidiyoruz, pasif toplumsal kimliğimizi tamamen unutarak. Bu nedenle, ilk yazıyı okuduğumda, bir Sex and the City sever olsam da, eleştiriler kendimi işaret ediyor olsa da katılmadan edemedim. Çünkü kadınlara yönelik yüzeysel iddialara, kabullere neden olan da bizim şehirde koşturup dururken bunları değiştirecek toplumsal rolleri üstlenmememizdi. “Kendi kendine kadın” olmakta bir yol tutturup ilerlerken, “kendisi için kadın” olmakta başarısızlığımız paçalarımıza yapışıyordu.

Bana göre kadın olmak ile birey olmak arasındaki farkı anlamamız için, kadınların sırtına yüklenen pek çok rolle, içinde yaşanılan toplumun, görünürde birbirinden bağımsız, özde birbiri ile ince fakat derine uzanan bağlarla bağlanmış pek çok unsurunun kadınlar üzerinden tekrar tekrar üretilmesini idrak edebilmemiz gerekir. Örneğin ilk yazıda, malum dizideki kadınların tüketim çılgını imajına ve tüketimin pohpohlanmasına yönelik eleştirileri kanımca doğru tespitlerden besleniyor. Örneğin, Thorstein Veblen’nin* tüketimi ele aldığı yazısında, orta sınıfa mensup kadını, “erkeğin kazanıp getirdiği” geliri “estetik” kaygılar ve “statü” teşhiri nedeniyle alışverişte harcamasını ele alır. Sencer Ayata*’nın da araştırmasında ele aldığı gibi, Ankara’da orta sınıftaki kadınların geliri benzer imaj göstergeleri için harcadığını, bu alışveriş (aynı zamanda itibar) uğraşının erkeğin vaktini harcamaya değer görmediği, “kadına ait” bir alan olarak tanımlandığını gösterir. Yani biz kadınlar, hem bu pazarın çarklarını döndürüyoruz (reklamlara bakarak da bunu görebiliriz: perde, nevresim takımları, beyaz eşya, şu kadarcığı yeten pırlantalar, kremler, mutfak eşyaları), hem de bu ilişkiler ağında değersiz ya da daha az değerli addedilen işlerden sorumlu kılınıyoruz. Bu da yetmiyor, kendimiz de kadınlar arasında bir hiyerarşi yaratıp çocukları anneanneye/babaanneye yada bakıcılara, evin temizliğini periyodik olarak aldığımız yardımcılara yüklüyoruz ve nedense hiçbirimiz bu işlerde sadece kadınların çalıştırıldığını sorgulamıyoruz. Kadınlara yüklenen değerleri eleştirmeye gelince yazıyoruz, konuşuyoruz, fakat pratikte, bu değerleri işimize geldiği gibi kullanıyoruz. Belki başarılı bir doktor, mühendis, mimar oluyoruz; fakat sosyal bilgiler kitaplarındaki “asker”, “doktor”, “mühendis” erkek imgelerine iliştirilen “hemşire”, “öğretmen”, “ev kadını” kadın imgesini değiştirmiyoruz.

Kabul edelim, biz kadınlar, bireysel hırslarımızda unuttuk ve kaybettik kadın kimliğimizi. Modern Madam Bovary’ler olduk. Kadın olduğumuzu alışverişin yüceltildiği pahalı ve yaldızlı alışveriş merkezlerinde hatırlıyoruz artık, tek bir farkla artık kocamızın parasını tüketmiyoruz, kendi kazancımızı harcıyoruz. Üstesinden gelemediğimiz işleri ise başka kadınlara yıkıyoruz. Değerler hiyerarşisinde, “kendi kendine kadın” olan bireyler olarak, bir üst basamağa tırmanmak için çırpınırken, “kendisi için kadın” olmayı unutuyoruz. Üstelik hiyerarşinin alt basamağındakilere daha değersiz gördüğümüz işleri yıkarak, onlara bir de biz vuruyoruz.

Değiştiremediğimiz dünyamızda, kendimize rant aradığımız her gün, karşılaşıyoruz başarısızlığımızla. Sokakta doğrudan veya dolaylı olarak maruz olduğumuz küfürler, “Şanslı olsaydım anam beni kız doğururdu” ve benzeri basma kalıp sözler, kadın-politika ilişkisinin ülkemizdeki başarısızlığı, günlük imgelerimiz, algılarımız ve daha nicesi değiştiremediklerimizi gösteriyor bize. Kendi kendimize çelme takıyoruz gün be gün. En çok da hemcinslerimizle uğraşıyoruz. Örneğin, ikinci yazıda eleştirildiği gibi, feminist olmaya giden yolu, babetlerin, elbiselerin renkleri ile uğraşarak aşmaya çalışıyoruz. Feminizm bu güne kadar yapılmış kategorileri bozmayı hedeflerken, kendisi yüzeysel kategoriler yaratarak kendi yolunu tıkıyor. Doğal olarak, kendisine dert olarak imajları seçen bir anlayış, zihinlerimize kazınmış, dilimize yerleşmiş, hayatımıza girmiş eşitsizlikleri ve toleranssızlığı çözmede baştan başarısız oluyor.

Oysa değerler hiyerarşisini sorgulasak, neden kadına düşen rollerin sanki ezelden ebede uzanan kabullermiş gibi değersiz gösterildiğini sorsak? Neden demeyi öğrensek ve Cennetten kovuluşun suçunu yükledikleri Havva’dan gelme merakımızı dedikoduya değil, bunlara yöneltsek, “erkek-kadın”, “tam kadın” ve “orta yol kadın”ları olarak aynı çamurda debelenmeyi bıraksak, daha çok yol almaz mıyız?

Gerçek bir değişim için, farklılıklara, cinsiyetinin farkında olan bireylere ihtiyacımız olduğu kesin. Bunun hafife alınacak şeyler olmadığı bir gerçek; ama sadece bunun üzerinden bir dönüşüm beklemek ve feminizmi buna indirgemek daha başlamadan tıkanıp kalmaktır. Çünkü dönüşüm, değişimin bireylerden başlayıp kollektif bir rol alabilmesi ile mümkündür. Türkiye ve dünya şartlarını göz önünde bulundurduğumuzda, bu iki ayaklı devinimin paralel gitmesi gerekir. Bunun için de, şehirli kadınların devekuşu yaşamlarından sıyrılıp her taşın altına bakmayı öğrenmesi, tüketime hapsolmaktan sıyrılıp değer üretimi için kolları sıvaması gerekiyor.

* Thornstein Veblen, The theory of the leisure class, New York, Dover Publications, 1994.
*Sencer Ayata, “The new middle class and the joys of suburbia” Fragments of Culture: The Everyday of Modern Turkey (Ed. Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber),Tauris,London, 2002, s. 25-42.

1 yorum:

Mehmet Hayri Zan dedi ki...

Yazınıza katılmamak elde mi? Ama bovarizmin bir özgürlük hali olduğunu da unutmamak lazım. Kadın, arzusunun peşinden gittiğinde eski yaşamın temel taşlarından biri uçurumdan aşağı yuvarlandı. Ama daha özgürleştirici sorulara ihtiyacımız var? Neyi, niçin arzuluyoruz? Neden depresyonda olduğunu düşünen kadın alışverişe gidiyor ve neden erkek yeni bir arabayı yeni hayatını başlangıcı olarak görüyor? "istiyorum", "beğeniyorum", "alıyorum" fiillerinden şüphe etmek zamanı. sadece kadınlar için değil, hepimiz için.