3/29/2007

Kadınlık: Yüksek Topuklar, Ruj ve Fönlü Saçlar?

Kadın olmak... Aslı Erdoğan gibi üç noktanın gücüne inanarak başlamak istedim yazıma, çünkü sonsuza doğru uzayan anlamlar içeren bir durumun tek ifadesi bu olabilir. Kadın olmak, erkeklerin anlamaya çalıştıkları ve o nedenle başarısız oldukları bir durumu ifade ederken, bir kadının ise anlamayı bırakıp kendini gerçekleştirme uğraşı ile anlam bulur. Kadın olmak, x'in değerinin sonsuz olduğu bir denklemdir, bir hesap diğerini tutmaz ve bu nedenle her şeyi sadece kendi içinde değerlendirmek ve kıyaslamak mantıklı sonuçlar verir.

Bir kız çocuğu iken, kadın olmak, anne olmak ile aynı değere sahipti, annenin topuklu ayakkabıları içinde kaybolan minik ayaklarımız bize katetmemiz gereken yolun bir hayli uzun olduğunu söylüyordu, sürekli yana kıvırılan bileklerimiz ise kendi ayakları üzerinde durmanın hiç de kolay olmadığını anlatıyordu. Yine de takvimler çok hızlı eskidi. Hiç hazır hissetmezken kendimizi, topuklu ayakkabılar üstünde, içinde makyaj malzemelerinin olduğu çantalar ve bakım ürünleri arasında bulduk. Üstelik artık topuklarımıza vuran ayakkabılardı bize öğreten kadın olmanın acısını.

Peki kadın olduk mu? Ya da bizi kadın yapan neydi? Yitirilen bekaret mi? Siyah göz makyajı mı? Ne istediğinden emin duruşlar mı? Yoksa, düşünmeden, anlamaya çalışmadan yaşamaya çalıştığımız kadınlık, bize ait değil de, üzerimize yapıltırılan bir etiket mi? Ya da biz, çok eleştirdiğimiz toplumsal yargıları, kadınları ikinci sınıf birey yerine koyan düşünceleri sürekli yeniden üretme projesinin bir parçası mıyız? Bakire olmayan bir kadın, bakire olana kıyasla daha mı fazla kadındır? Son soru bana kalırsa, şehirli kadının kendisi ile en büyük sorunu. Bir kadını özgürleştirmede en önemli rol cinselliğe aittir. Tahakküm altına alan, ekonomik özgürlük sonrasında bile bir kara bulut gibi kadının üzerinde gezinen, erkeğe olan bağımlılığını ve kadının evdeki, aile içindeki ve sosyal rolünü sınırlayan bu pek sevgili kelime, kadının da gizliden gizliye tüm bu sürece ortak olmasını sağlar. Bir kadın, cinselliğinin en basit aşamasını, yani regl dönemlerini, ya da orkid reklamı ağzı ile özel günlerini, gizli gizli yaşamaya itilmişse, pedini karşı cins mensubu kişi görmesin diye çantasının en dip köşesine atıyorsa, erkek arkadaşı ile bile paylaşamıyorsa, bakire olmasa kaç yazar? Ya da, cinsel ilişki sonrası, kendisini bakire olanlara kıyasla daha "kadın" görüyorsa, bu aslında bekaretin kutsanması değil de nedir? Sonuçta, kendi kadınlığını, kendisine ait özelliklerinden yaratmıyor, erkek aracılığı ile kaybettiği bekareti üzerinden tanımlıyor e böylece erkeğe ebedi bir bağımlılık içinde oluyor.

Aynı kadın, bekaretini kaybettikten sonra, kendi sorumluluğunu üstlenmekten aciz olduğu, bulaşık yıkama-yemek yapma, kısacası hayatını sürdürmek için kendisine yönelik sorumluluğunu alamadığı, birlikte yaşadığı insanlara karşı yükümlülüklerini yerine getiremediği, içinde yaşadığı pislik ve dağınıklığı temizleyip toparlayacak başkalarına ihtiyaç duyduğu sürece, 12 yaşındaki kızdan farksız değildir ki... Deneyimin cinsellikle sınırlı olduğu bir kadınlık ile sokakta dilenen 9 yaşındaki kız çocuğunun gözlerindeki kadınlık arasında seçim yapmam gerekse, ikincisini tercih ederim. Acıyı, kaybı, hayatta kalma mücadelesini, yalanı, hileyi görmüş gözler, steril "modern kadın" yaratısından daha gerçektir. Bilinçsizlik, sorgulama eksikliği, sorumsuzluk varsa kadını tanımlayan kelimeler arasında, o kadın sürekli kendi kimliğinin ırzına geçiyordur, banka hesabına yatan maaş da, haftada x kere sevişmesi de onu istediği özgürlüğe kavuşturamayacak demektir.

Matrix'te Ajan Smith, sokaktaki sıradan insanların, sistemin en büyük ajanları olduğunu söyler. Böyle kadınlar da, toplumsal kadınlık anlayışının bekası için yegane unsurken, gerçek özgürleşmenin önündeki en büyük engeldir.

Hiç yorum yok: