6/16/2007

İdealar dünyasında bir YABANcı

4 senenin bitişi, duygusal olacaktı ve belirsiz. Bunu hepimiz öngörebilmiştik çok önceden. O nedenle daha ilk dönemden itibaren geriye doğru sayıma başlamıştık panik içinde. Geçen her dönem biraz daha yaklaştırırdı o veda anına bizi, bilirdik bunu da. Ancak bir şeyi hiç ama hiç hesaba katmamıştık: Her şeyin dışında kalmayı! Yakın zamanda bir mezuniyet diplomasına sahip olabilirim. Nice kabullerim de var yüksek lisans için, dünyanın tanınan okullarında. Ancak bu akademik yetkinliğin, bulunduğum toplumdan, ailemden apayrı bir düzleme çıkaracağını, yanyana duran yabancılar olacağımızı bilmezdim. Her şeyi öğrendik 4 senede. Az şekerli ekonomi, iyi kötü hukuk (en basitinden jargon düzeyinde), bol bol tarih ve bir avuç teori. Sonuç, aldığım 90'lar da 100'lerde derdimi zartTÜRK ekranı karşısında oturan babama bildiklerimi aktarmaya yetmiyor, yetemiyorum dünyayı ve Türkiye'yi değişen dünya koşulları içinde algılatmaya. Ben ne kadar görüyorum koca ormanı ve tek tek her bir ağacı, bunu oturur konuşurum, ama ağacın gölgesinden kafasını kaldırmayanlara, nasıl öğretebilirim birazcık yukarda güneş gözlerini kamaştırmadan da görebilecekleri bir dünya olduğunu?
Senelerce CHP seçkinlerin partisi olmakla suçlandı, bu kadar uzaktaki ben, kendi seçkin çevreme hapsetmiş olmaz mıyım kendimi, bu şekilde devam ederse her şey? Ortaokulda zorunluluktan okuduğumuz Yaban'a kayıyor aklım bir süredir. İnsanlar arasında, ama asla onlardan biri olamayacak bir kahramana dönüşmek, sesini ne kadar yükseltirsen yükselt duyuramamak. Öyle bir kabus ki, eğer duyurmayı başarırsan sesini, işbirlikçilikle, ikinci cumhuriyetçi olmakla itham edilmek.
Peki ben ne görüyorum: Türkiye, birbirinin karşıtı olamayacak iki seçimsizlik düzeyine demokrasi demiş, demos ise gözü korkutulan, adından bahsedilmeyen, itaatkar olmak zorunda olan bir garip kavrama indirgenmiş. Şu köşe şeriat köşesi, bu köşe laiklik köşesi ve bir de ortadaki su şişeleri... Sorun bir temsil sorunu mu? Evet! Ancak temsilin ne ifade ettiğine girmeden, temsil sorunu, demokrasi sorunu deyip işin içinden sıyrılamayız. Temsilin ne olduğunu anlamak için ise ulus-devlet ne demek onu anlamalıyız. Milliyetçilik ve ulus-devletin yapısında kapitalist üretim biçimi yatıyor. Yani burjuvazinin varlığından söz etmemiz gerekir. Tabi Türkiye'yi değerlendirirken bürokrasiyi de gözardı edemeyiz. Bugün kapitalizm ve bürokratlar arasında bir paylaşım kavgası söz konusu. Meclise girenin borozanı öter mantığı ile her iki taraf da payını bir diğerine kaptırmama derdinde. Yoksa kahve muhabbeti yapmadıkları müddetçe, onca insanı sokağa döken insanlar pek de farkında, laikliğin tehlikede olmadığının. Laiklik demişken, mesele devlet-din ilişkisinden ziyade, toplumun islamlaştırılması olduğu, benim penceremden gördüğüm bir diğer gerçek. Aynı şey ikisi de allahaşkına diyenler, kavramlar arası çatışmalarını yaşayadursunlar, gerek sokaklardaki milyonların dini atıflardan geri kalmamaları, gerekse şeriatin karşısına "dikilen" partilerin de "şeriate hayır ama müslümanız elhamdülillah" ağzını kenara bırakmaması, bugün sözde eleştiri yağmuruna tutanların toplumun islamlaştırılmasının önüne geçmeyeceğinin, tam tersine dini alet ederek, halkın neoliberal dönüşümleri kaçırmasını ve bunlara gereken tepkileri göstermesini engellemenin başını çekeceğinin göstergesi. Milliyetçiliğin aldığı durum ise içler acısı ve başlı başına bir yazı konusu. ABD, Yugoslavya'yı federatif bir yapıya büründürerek bölmeyi başarmış ve şimdi aynı planları uygulayarak Türkiye'yi bölmeye çalışıyor, Türkiye ise düne kadar kardeşçe yaşayan halklardan oluşan bir ülkeydi, sadece tüm azınlıklarını kapı dışarı etmişti, kalanların eğitim imkanlarını sınırlı tutmuştu, devlet dairelerinde iş imkanlarını sınırlamıştı veya kimliklerini dile getirmeyenlere cumhurbaşkanlığı koltuğunu dahi açmıştı.
Eğer bu tablonun hakikaten özünde bembeyaz olduğunu düşünenlerdenseniz ve üzerinde birkaç toz olduğunu, onları da üfleyerek defedebilebileceğinizi düşünenlerdenseniz, size önerim olup bitenleri anlamak için zaman zaman resme çok yaklaşmanız, zaman zamansa resmin tümün görecek şekilde uzaklaşmanızdır. Neoliberalizme, sosyal devlet anlayışının tüm dünyadaki değişimine, emperyalizm denilen şeyin 19. yüzyıldaki gibi sadece işgale yönelik veya bugün sanıldığı gibi sadece ABD/AB tekelinde olmadığına, bunun kapitalist üretim tarzından kaynaklandığına ve Kuzey Irak'ta etkin işadamları aracılığı ile Türkiye'nin de bir emperyalist olabileceği ihtimaline, Türk siyasal yaşamında ulus inşasının, ordunun rolünün, azınlıkların nereye tekabül ettiğine bir göz atmadan, Erbakan hükümetinde dahi susanların bugün neden çılgınca tepkiler verdiğini anlayamayız.
Bana çözüm üretmemi söylüyorlar. 22 yaşındayım, hayata yeni atılıyorum, siyasi karar alma sürecinin bir anlık bir şey olmadığını bilecek kadar bilinçliyim ve durumu analiz edebilecek yapıya sahibim. Çözüm diye dilenenler, Türk siyasal hayatına çok alışmış olacak ki, hepsi-birarada çözümlere ve anlık cevaplara ihtiyaç duyuyorlar. Hiçbirisine sahip değilim, ancak hastaya tanı koymadan tedavi edemeyeceğimi biliyorum. Esas sorun, meselenin tekil bir yapı arz etmemesi ve karar alma sürecine dahil olmadan sıfır noktasından ilerlenememesi.
Ancak bulunduğum noktadan Platon'u daha iyi anlıyorum. Yine de onun elitist tavrına düşmemeye çalışıyorum. Ve elimde değil, arafa sıkışmış bir yaban olarak, her şeyin daha basit olduğunu umduğum antik çağ insanlarına öykünüyorum.

Hiç yorum yok: