10/09/2006

Yavuz Çetin Ne Demek İster Ya Da Aidiyetsizleştiremediklerimizden Misiniz?

"Sadece senin olmak istedim bu dünyada" diyen bir şarkının sözleri günümüz dünyası için naif bir bakış açısı mıdır, yoksa kişisel koruma planımızda tıkandığımız noktanın yansıması mıdır? Feminizm olsun, modernizim olsun ve postmodern yapıbozumculuk olsun, bir picasso tablosundan farksız hale gelmiş yamalı dünyalarımızda bize daimi bir birey vurgusu yaparken bir taraftan da kişisel olarak asla yalnız kalamayacak kadar bağımlı hale getirir bizi. Kendimizi bir yap-bozun karışmış parçaları arasında bulur, bir türlü uygun parçaya denk gelememekle yakınır dururuz. Bazen de aslında oluşacak bir bütüne dahi ait olmadığımıza dair sorgulamalara dalar, nefessizlik girdabından anti deprasanlar eşliğinde çıkarız. Bir şekilde "o kişi"ye rastlayıp tamamlanma duygusunu yaşadığımızda ise, önceki "dip" hallerimizin gündeme gelemeyeceği kadar uzaklaşmışızdır kişiliğimizin çıkmazlarından ve tekilliğimizden.

Kişisel bazda ölümcül acılara rağmen hayatın karmaşıklığının yanında minimal sorunların, ki o acı anlarında "yenilgi" olarak algılamakta kararlıdır egomuz bunları, bütünselliğimizi binbir parça haline getirmesinin arkasında yatanlar ise zayıf "ben" algımızdan, güçsüzlükten midir? Psikolojinin travmatik veya psikanalitik bakış açılarının bilimsellik veya bilimdışılığını bir kenara bırakalım, biz birisine olan aidiyetimizin en doruk noktasına ulaştığımızdan mı duvara toslama etkisi ile başbaşa kalırız yoksa aslında en başından itibaren bir aidiyet sorununun içinde miyizdir? Deyimlerden derleme bir mantıkla ilişkilerimizde ser ve yar ikilisini aynı çatı altında buluşturma, bir Sindirella öyküsünü modernleştirme çabası içinde yaşamaya kalkışımızın bedeli ilk fırsatta "ser" kısmında ortaya çıkmaktadır. Tüm ilişkide egemen şizoid bir yöntem kendimizi o kişi ile aramızdaki ilişkiye bir dayanak ve bir anlam aradığımız noktada yanlışlığını gösterir.

Aidiyet... Medeni Hukuk'un düzenlediği bir ilişki türü değildir. Çünkü genel ve değişmez kuralları olan bir mülkiyet ilişkisi değildir. Mülkiyet, hak sahibinden mülke doğru bir tanım çerçevesine oturtulurken, aidiyet ancak ait olanın beyanı ile anlam kazanır ve ait olunanı bağlayıcı bir etkiye sahip değildir. Günümüz adem oğulları ve havva kızları aidiyet ilkesini kendi benliklerine o kadar karşı görürler ki, ilişkilerine dair her şeyi kabul ederler ancak aidiyeti asla. Evlilik karşıtlığı ise artık siyasal bir merci önünde sevgiye dayalı bir bağlılığın saçmalığı eleştirisinden, tek kişiye bağımlı yaşamama felsefesine dönüştürülür. Hepsinden de öte, tüm sorun kendimize dair temelleri en başından zayıf atmamızda ve denkliğin bir tarafında iki koyunca diğer tarafta "bir"in artık bir anlam ifade edemeyeceğimizden kaynaklanır. Kendimizi o kadar zayıf kurmuşuzdur ki, aidiyet duygusunun içinde un ufak olup yiteceğinden ödümüz kopar. O nedenle ilişki boyunca bir egemenlik mücadelesi çerçevesinde anlarken yaşadıklarımızı, her şeyi kaybedince, hele bir de kendini güçlü taraf olarak görenlerdenseniz, elde var sıfır çözümü ile kalakalır ve rasyonel, bağımsız, modern kişiliğimizin taşıyabileceğinden daha belirsiz bir zaman dilimine adım atmış oluruz.

Sonuçta, tanrının ademi yarattığı bir tablo veya cemal süreya dizelerinde kendimizden ibaret hayatlarımızın yansımasını buluruz: "iki kalp arasinda en kisa yol: /birbirine uzanmis ve zaman zaman/ancak parmak uclariyla degebilen/iki kol..." keşke yalnız bunun için bile sevebilsekdik birbirimizi!

Hiç yorum yok: